Monday, April 12, 2010

aşk iste...


Eli eteği kan revan içindeki surete bakarken aynada
Bir tek söz bile kalmaz geriye
Birtek söz ki
Nefesine bile ölebilirim

Kollar iki yana açılmış beklerken aynadaki sureti
Fazla helalleşememenin sancısı içimde
Yorgun demokratların atlara binip gittiği zamanlardan beri bekleyenler misali
Ardında bir toz bulutu
Bir hayret
Dudakta bir uçuk
O kadar
Adı beklemek işte

Çok çektim dostum
Bir zamanlar bi suret vardı
Hala suret olarak yaşıyordur
Ama öyle bildiğin suretlerden değil
Velhasıl
İçindeki sapkın çukurlar kemirmiş bedenini zavallanın
Oturdum kocakarı ilaçlarıyla sağaltmaya çalıştım
Solucanlardan çay yaptım
Kutulardan ev
Kağıttan helva
Başına yeşil bağladım karşıya geçsin diye de
Bekledim sabah kadar
Meğerse aynı vilayette değilmişiz

Herneyse
Tuttum kolundan bigün
Kolu elimde kaldı
Kaş yaptım yerine...

Hala kaş gibi kullanır kolunu
Bir kaldırır
Korkar herkes..

ve görünürken aynadaki suret içime
Biryerime dokunurda kaçar
Karanlıkta çimdiklenen rüyalar gibi bir an doğrulurum
Sabaha unuturum

Bir öykü gelir aklıma
Başını unuturum


Tren sesleri çalınır kulağıma sonra
                       Sirkeci garında koşturanların arasında
yollar vardır çatallı başlarıyla sonsuzluğa uzanan
içim kemirmiş gerisini

Sessizlikte buluşmuş yaz akşamı sokak ışıkları İstanbul’da
                                                      akşam sekiz civarı
                                                olsa da olur
                                      olmasa da vakti
hep bir ağızdan susmuşlar sonra
her ışık kümesi bir yıldız topluluğu
               her sancı kangren bedenden kesilen bir uzuv olmuş


                              **********

bilmezsin ama
o beğenmediğim ezan seslerini özlüyorum şimdi
her sabah evimize destursuz girip de
sabahlarını edemediğim gecelerde uyurken sen herşeyden habersiz
gözlerimin kitlendiği bir krişte beni yakalamasını,
ardı sıra gelen çağrılara kalkmayışımı özluyorum
yanından ayrılmamak içindi hepsi belki de…

ama artık biliyorum ikimizde aşkla yapıyorduk herşeyi
ikimizde ellerimizi kaldırıp çırılçıplak sabah melekleriyle
gökyüzüne yardım ediyorduk geceden dönsün yüzü diye
ki gece hep onunla birlikteyken avutuyorduk belki de
belki de hasrettik mavili sabahlara da
                                                       yalvarıyorduk
…bilmiyorum

                            **********

ne kadar söylemediğim kelime varsa şimdi
                       söylediklerime nazire yapar gibi durur önümde
birtek iç çekiş kalır geriye
bir de ışıksız geceler
                          sabahlarının anlamsiz olduğu


bir kağıt
            bir kalem
                        yanyana gelirde yürek olur sonra
yokluğunda değer etleri birbirine
kaderimi yazar..

ondan sonrası aşk işte..


Serdar Gungor

No comments: